25 Eylül 2013 Çarşamba

Özgürleşme ve bağımsızlık üstüne_22 Mart 2013

Bir şeyleri kaybetme riski ile yüz yüze geldiğimiz anda ya da kaybettiğimizde o şeylerin kendimiz için değerlerini ve/veya anlamlarını da sorgulamaya başlıyoruz. Kaybedecek olduğumuzu farkettiğimiz şeylere -gerçekte- sahip de olmadığımızı, yani hali hazırda bir şeye sahip olunamayacağını kavrayıp, anladığımızda bu durumu değiştirecek mi? Bizler ve/veya her şey rolünü oynayıp kayboluveren görününümlerden mi ibaretiz yoksa?

17 Temmuz 2013 Çarşamba

"Post-Migration in Performance, Workshop" çalışma parçalarımızı izlerken yazdığımdır

Olduğumdan daha farklı olmak istemiyorum. İşte böyle nasıl görünüyorsam öyle kalmak, öyle bakılmak istiyorum. Bekliyorum. Kendi köşemde biri beni görsün diye. Biri beni görsün diye. Çatlak. Parlak. Renkli. Yalnız. İstekli. Melankolik. Bekleyişte. Tüm hüzünlü anlarını üst üste yığıp bir yaşam koymuş gibi çekmecesine. Ve kalmamış gibi başka bir şeyi, bu bekleyişten başka. Biraz sakat. Biraz huzursuz. Biraz yorgun.

06.06. 2013, Atölyenin 2. gününde çalışma parçalarımızı izlerken yazdığımdır.
Teşekkürler; Saban Ol, Pieter Verstraete, Çiğdem Tongal, Ruhan Yanmaz, Burcu Halaçoğlu, Ayşegül Yalçıner, Canberk Karaçay, Emel Bulut, Can Yusufoğlu

24 Mayıs 2013 Cuma

Gökyüzüne ve Denize Aşık Çocukların Hikayesi

Şuradaki apartmanın bu katında gökyüzüne aşık bir erkek çocuk yaşarmış. Pencereden bakmayı, balkonda oturup şiirler yazmayı çok severmiş. Bir de arkadaşlarıyla lunaparka gitmeyi. Karşısındaki apartmanın şu katında ise denize aşık bir kız çocuğu yaşarmış. Onun hikayesini birazdan anlatacağım. Erkek çocuk ışıklar, sesler ve renklerle kaplı lunaparka girdiğinde heyecandan ve sevinçten ağzı kulaklarına varırmış. Ne var ki onu göğe yakınlaştıran o muazzam oyuncaklarla arası pekiyi değilmiş. Olsa olsa çarpışan arabalara binebilirmiş. Arkadaşları kocaman etekli balerine ya da bir aşağı bir yukarı giden çekiçe kolayca binerlermiş. Dahası “hadiiii, sen de… ” diye haykırırlarmış yukarda süzülürken. Oysa onun tüm denemeleri birer hayal kırıklığıymış. Sonunda vazgeçmiş… lunaparka gitmekten değil… denemekten… Denize aşık kız çocuğu… Her halini severmiş denizin… Mavilere, yeşillere bürünen, menevişlenen, parlayan ayın şavkıyla, dümdüz, jilet gibi, pürüzsüz ya da dalga dalga… sesi, kokusu ayrı… en çok da hani üstüne bırakırsınız ya kendinizi, sakin… Ağırlıksız… İşte ona bayılırmış. Çok da iyi yüzermiş ama nasıl imrenirmiş şöyle atlayıp, durmaksızın taaa ötelere gidenlere… Onun her açılma denemesi birer umutsuzlukmuş. Bir de “hadiii, gel gel, olmaz bir şey” diye bağırmıyorlar mıymış? Sinir oluyormuş… Anlamıyorlarmış onu ya da o anlatamıyormuş…

Sonra, uzun zaman sonra, ne olmuş? Açıkçası ayrıntıları bilmiyorum. Büyümüşler onlar da, herkese benzeyen hayatları olmuş ikisinin de. Belki tanışmışlardır kim bilir? Başarılı, yetenekli bulunmuşlar, sevgilileri olmuş, evlenmiş sanırım biri, emin değilim… Ama içlerinde nedense yerini bulamamış bir ses, bir renk duymuşlar çoğu zaman. Bir şeyleri daha farklı, nasıl diyeyim daha kendi istedikleri gibi yapabilecekleri halde, böyle sanki eskiden kalma bir duraksamanın peşinden gittiklerini hissetmişler. Üzülmüşler içten içe.

Sizce o ilk korkularımızı tersine çevirebilir miyiz? Ürkünün, çekingenliğin, yetersizlik duygusunun üstüne geçip, cesaretle, bıkmadan, usanmadan, yeteneklerimize ve yapabildiklerimize odaklanabilir miyiz? O unuttuğumuz ya da vazgeçtiğimiz heyecanı ya da sakinliği hatırlayıp bir şans yaratabilir miyiz? Ve böylece eskiden beri içimizde hissettiğimiz yerini bulamamış o sesin ya da rengin bir şarkıya, bir resme, bir hareket dönüşmesine izin verebilir miyiz? Yaratıcı bir hayatı araştırmak, hayatı yaratıcı bir şekilde yaşamak… Mümkün mü?

Yazım tarihi: Ağustos 2012, oynanması için yazılmıştır... ve oynanmıştır...
(JCI Kültür, "Mavi Bir Nokta")

18 Mayıs 2013 Cumartesi

sıkıntının sonu yok. boşvermek lazım.

Bahar Çarpması

Çarpışmanın yarattığı değişimin semptomları türlü çeşitli biçimlerde kendini gösterirken, yenilenme yerinden oynatıyor. Aklı, kalbi, ruhu, bedeni...

İyi şanslar!

Bir de "bahar temizliği" var. O da başka. Çarpmanın etkisine hava yastığı...

19 Mart 2013 Salı

düş... her şeye yakışıyor mu ne?

"düş hekimi" diye bir not gördüm internette, sonra volkan bana kül kedisi dedi, ben de düş kedisi de olur dedim. öyle. böyleyken böyle. böyleysen böyle. düş kur, düşe yaz, yazı düşle, üşüme, düşüme yaz, üşenme yaz. ne diyeyim hayat! daha ne diyeyim sana? mecburum!

5 Mart 2013 Salı

sonunda. ve şimdilik.

şimdiki zamanda kalamamak demenin o ana ilişkin tepki(ler) geliştirememek olduğunu (da) anladım. sonunda. ve şimdilik. o anda olamadığı için de (insan) geçmiş saplantılara, takıntılara dönüşüyor sanırım. ve bu sefer şimdiki zamanda hiç olamıyor, o çözülmeyene yanıt aramaktan yorgun düşüyor. peki o anı neden yaşayamıyoruz, iyi ya da kötü, neden erteliyoruz, üstüne neden gitmiyoruz? kaybetmekten korkuyoruz sanırım, iyi ya da kötü, gerçeği kabul etmekten korkuyoruz. kendimizi gerçekleştirmekten zaman zaman eksiltmekten korkuyoruz. hata yapmaktan. o anın üzerinden geçen azıcık zaman ise yarattığı mesafe ve boşlukla gözlerimize ve kalplerimize, neyse o gerçek, onu açıveriyor. yokluk! sevginin, samimiyetin, hazzın, güvenin, yokluğun yokluğu ya da yokluğun kendisi. korkuyoruz yokluktan.

bir de şunu anladım bugün. sonunda. ve şimdilik. (yazının başlığı bu olacak, dedim yineleyince, kendime, ardından "sonsuzluk ve bir gün" geldi aklıma.) insan seçtiğinde rahatlıyor. birine, bir şeye, kendine inanmak örneğin. inanmayı seçip buradan yol alabilirsin pekala, inanmamayı seçersen de işte oradan. ama gider gelirsen, yani seçemezsen yine aynı yorgunluk, endişe, korku, kayıp zaman, yokluk! ait olamamaya bile inanabilir insan. yeter ki ait olamamayı yaşasın.

yüzde yüz olma hali bu olsa gerek. seçtiğini sonuna kadar taşımak, neyse o, ona sahip çıkmak. dürüst ve sahici bir ilişki buradan ortaya çıkıyor. (oyunculuk için de düşününce ilginç geliyor doğrusu!) önce kendinle sonra çevrenle. öyleyse kimin ya da neyin ne istediği, ne sunduğu, ne beklediği değil kişinin bunları nasıl yanıtlamak istediğidir önemli olan. olan'dır önemli olan.

"görünen mi dediniz, olan deyiniz, sayın bayan, görünen yok benim için olan var."

13 Şubat 2013 Çarşamba

Salıncak Tutkusu

hayır, çocukluk değil... salıncak her insanın gönlündedir... öyle kalmalıdır...

bir kaç şey üst üste gelince daha iyi oluyor fikri insanın. örneğin çocukların neden bu kadar inatçı olduklarını onların her zaman şimdiki zamanda kalmayı başarmalarına bağladım. çocuk kalmayı başarsak demek ki inatçı, azimli, sabırlı, cesur olacağız. öyle olanlar çoktur, vardır elbette, ne mutlu. salıncak tutkusu'nu buna bağlıyorum her nedense.

20 Ocak 2013 Pazar

mektup yazmak

eskiden mektup arkadaşlığı vardı. pek hoştu. şimdi tabii tuhaf geliyordur hemen herkese. oysa kağıdın, kalemin, o dokunulmuşluğun etkisi başka ki. bazen hani yazarken bir aksilik olur, bir kahve damlası, ya da bardağın altına sızan damlanın dairesel şekli, bir gözyaşı, mürekkep dağılması, buruşukluk ya da çok düzenlilik, küçük bir çiçek ya da kalp kağıdın bir ucunda, kargacık burgacık el yazısı, ya da inci gibi. bazen bir kaç fotoğraf, yazanı hatırlanarak alınmış ya da kesilmiş bir not, kurutulmuş bir yaprak. anının kendisi yürek kazanıp okuyana bulaşır, sızar, aklına, zihnine, hatıralarına, bedenine işte ne bileyim, neresi sızlıyorsa o mektupla :))