20 Nisan 2017 Perşembe

Kendimin Şövalyesi

Hep bir umut arıyoruz. Kıskançlıklarımız da bile sevgi arıyoruz. En çok orada arıyoruz belki. Birileri bizim hayallerimizi gerçekleştirdiğinde suratımıza tokat gibi inen bir gerçeklikle karşı karşıya kaldığımız şeyi, bir yüzleşme, hesaplaşma ya da değişim korkusu için baş vurmak zorunda olduğumuz bir cenk, cesaretle dolu bir cenk, olarak yorumlamak çok zor olduğundan, bunun yerine kıskançlık deyiveriyoruz. Kendimizden uzaklaştırdığımız ama aslında ihtiyaç duyduğumuz özellikler haset, öfke, aldırmazlık ve küçümseme yüklü kendi öz yıkıcılığımızı hazırlayan bir gövdeye bürünüyor. Güçsüzlüğümüzden, daha doğrusu güçsüz olduğumuza yönelik inançtan, beslenen bu aç gözlü gövde, doymak bitmeyen bir iştahla, pek çok yönden ve ummadığımız bir atılganlıkla atağa geçmeye hazırdır. O yüzden uyanık olmalıyız. Geldiğini anladığımız her an onu savuşturacak ve böylelikle gücümüzü geri kazanacak oyunlar bulmalıyız. İroniyi ve öz güveni sevmeyen bu gövdeye en güzel ders, hasetle gözlerimizi çevirdiğimiz nesne, kişi ya da durumda kendi yansımamızı görmeye çalışmaktır. Neden olmasın? Kendimizi o çok istediğimiz şeye çeken etkinin ne olduğunu farketmek, hayal etmekten vazgeçmemek, hiçbir zaman kendimizden vazgeçmemek! Acaba neye ihtiyacımız var ki, ruhumuzun, aklımızın ve bedenimizin ASLINDA neye ihtiyacı var ki, biz bunu görmezden geliyoruz? Sorabiliriz hatta, bu nasıl oldu? Ben ne yaparsam buna yakınlaşabilirim? Ve sonra çalışmak! Hazırlanmak ve kendimizi bu hazırlık sürecine vermek, koşmak, yazmak, çizmek, bol bol ve usanmadan alıştırma yapmak ve hatta bu istediğimiz şeyin değerini analiz etmek. Gerekten değer mi? Ve soru tekrar şuraya dönüyor, ben neyi görmek istemiyorum? Neyin üstünü örtüyorum? Kolay bir süreç değil, elbette, "hiç bir yeniden kolay değildir" demiş yazar, ki bu söz Cenk Hikayeleri kitabından gelir. Hadi kendimizi şaşırtalım! Amaç, o bizi ezmeye çalışan gövdeyi susturmak da olabilir, ama sorun ya da çözüm bu değil kanımca. Biz kendimize odaklanalım, kendimizi şımartalım, inanalım, güzelliğimize, emeğimize, yeteneğimize ışık tutalım ve bütün şaşasıyla "oluş" kendini bizim ile ortaya çıkartsın. Hayat şarkısı bizimle coşsun ve yaşamı zenginleştirdiğimiz için hep birlikte şükredelim.


3 Nisan 2017 Pazartesi

Yaş günüm için, yeni yaşım için

kalbimi elimde tutuyormuşum gibi geliyor. her zaman değil. kalbim elimde ıslak, yapışkan, lal kırmızı, atan bir et, sıcak, avucum kadar büyüklüğü ile duruyor. ben de ona bakıyorum. aramızdaki mesafe şiirleri, şarkıları, aşkları, yaşanmışlıkları, geçmişi, şimdiyi, geleceği fısıldıyor. ağaçlar var sonra, hayaller var, getirdiklerim, tortular, sallanan çok hızlı bir salıncak, bol bol kahkaha, sanki ondan daha çok acı ve göz yaşı, nedenli, nedensiz... pişmanlıklar var, sonra keşkeler, o keşkeler bir bitmiyor, bir bitmiyor... hataları hatırlamanın faydası yok! gerçi bir oyun tutturdum. en iyi yanı, hepsinin geçmişte kalmış olması. öyle değil mi? her an yeniden başlamak mümkün. bir güç ele geçiriyor. her zaman değil. aklımı, eylemlerimi, umudumu zaman zaman koparıyor. kalbimi elimde tutuyorum sanki. bu yakınlık, bu ne olduğu belirsiz durum, elimdeki kalbime bakan gözlerim, kalbimle aramızdaki bağ, o ne? o ne? ruhum? kendimden korktuğumu mu anlıyorum her defasında? bir insanın ruhunu elinde tutmak mümkün mü? kendinin ruhunu gözlerine baktıra baktıra, işte sen busun, işte sen busun, işte sen busun diye alçaktan yükseğe, derinden yüzeye, çepeçevre söyleyerek, tutabilmesi mümkün mü? öyleyse kutlu olsun! başlasın şölen! çalsın davullar! haeyyyyoooyyuuhhhhhheeeyyyyooohhuuu!!!! haaaayyyehhuuuuuooohhuuuuhoooooohhuuuu!!!!