28 Mayıs 2012 Pazartesi

Aklımda açıveren sorular, aklımı açan sorular olmuştur her zaman...

İnsanın kendi düşmanı yine kendi nasıl olur?

Gerçeği apaçık gördüğün halde, gerçek olmayanı nasıl seçersin?

Gerçek derken doğruyu mu kastediyorsun?

Çok istediğin bir şey için ne yapman gereklidir?

Çok istediğin bir şeyi yeteri kadar istemedeğini farkedersen ne yapman gerekir?

Sorular seni boğarsa ne yapmalısın?

Son var mı?

Korkunun kaynağı nedir?

Yaşama heyecanın kaybolduysa aramalı mısın? Evetse nasıl? Hayırsa neden?

Harika fikirlerine inancın neden yok olur?

İnanç nedir?

Sıfır nedir?

Zorunda mısın?

Numune misin?

Birilerini ikna etmek için mi yaşıyorsun?

Eninde sonunda ölmeyecek misin?

Sorular yanıtlanmak için mi sorulur?

Mutluluğun resmini yapabilir misin?






17 Mayıs 2012 Perşembe

Problem

Bir bakıyorum sakin, bir bakıyorum hırçın. Bir bakıyorum iki olmuş, bir bakıyorum dört. Yattığım saatte uyanıyorum bazen. İyice sersemlemiş başım içi kıvıl kıvıl ağrılı. Önümde bir çiçek, tükenmez kalemle çizilmiş, küçük not kağıtlarım, su, çay bardakları, kalemler, bazen Özgür'ün yaptığı resimler, bir tabak, yenmiş bir parça kek ya da çikolata. Yazabilmeye arzu dolu gözlerle, parmaklarla, tuşlarla, yürekle bakıyorum. Yürekle? Bak bu kesin değil işte. Kesintiler. İçten ve dıştan. İçten daha çok. Daha kesin, daha net, daha .... güçlü, ne yazık ki! Bunlara kulak asmanın bir faydası var mı? Çözümü olmadığını bilmediğin problemleri çözmeye uğraşmak da bir yol(muş). Öyle miydi o? Bir bakayım. Evvet, şöyleymiş:"her zaman için, sonucun bulunamayacağını ispatlayarak da bir problem çözülmeye çalışılabilir". Problemi çözüyor olmanın sürecinin kendisi midir burada ilgimi çekmeyi başaran? Süreklilik, ısrar, sabır, istek...