31 Mayıs 2021 Pazartesi

Cankurtaran

Elimde yaş mama paketi ile bahçenin köşesinde duruyorum.  Yıllanmış apartmana bakıyorum.  Hava mavi, beyaz ve gri. Karıncalara bakıyorum. Kedi siyah beyaz, biraz yaşlı, biraz hasta, oldukça sakin ve tanıdık. Yarısını yere döktüğüm mamayı hızlı hızlı yiyor. Ben öyle duruyorum. Yağmurdan sonra henüz tamamiyle çekilmemiş su birikintilerine bakıyorum. Hafif serinlik var. Kargalar uçuşuyor. O bilindik ürkütücü sesleriyle bağırıyorlar. Gagaları biraz açık, boğazları hafif yaylanarak.... Resmen bağırıyorlar. Ggaaaaagggkkk, gaggaggaaaggkk... Niye bu kadar öfkeliler? Neye? Korumacılık mı bu tavırları? Karıncalar tek sıra halinde belli bir yere doğru gidip, geliyorlar. Dün onlara da küçük bir parça mama bırakmıştım. Benim için küçük, kedi için de küçük ama büyük ihtimalle karıncalar için büyük bir parça. Karıncalar uyumuyormuş, bir sosyal medya paylaşımında okudum, doğru mu acaba? Neden uyumuyorlar merak ettim? İnsan uyumazsa, hastalanır çünkü. Uyumuyor olmakla uyuyor olmanın arasındaki farkı biliyorlar mı? Hissediyorlar mı? Evetse nasıl? Hayırsa neden? La Fontaine olsa ne derdi bu sorulara? Kedi mamayı yemeğe devam ediyor. Salyangozlara bakıyorum bu sefer. Yavaş yavaş ve emin salınımlarla, sürünüş mü demek lazım, ilerliyorlar. Rotasyonları dikkate değer bence. Üstlerine basınca bir anda ölen hayvanlar bunlar. Apartmanın giriş yolunda hızla atılan adımlar, ölümcül çıtırdamalar haline geliyor. Bir salyangoz üstüne basılmanın ne demek olduğunu hiçbir zaman bilemeyecek. Ben onları yoldan çekiyorum. Gittikleri yönün sonuna kadar götürüyorum onları, belki yanlış yapıyorum, bilmiyorum ama ezilmelerinden daha iyi gibi geldiği için böyle yapıyorum. Kendimi bir tür kurtarıcı olarak mı görüyorum? Bir çeşit cankurtaran. İlan etmiyorum bunu, hoşnutlukla doluyorum sadece. İçimdeki sızılar hafifliyor. İnsancıllığım söze geliyor. O sırada değil de, bunları şimdi yazarken, aklıma kimi kitaplar geldi. Richard Bach'ın Martı'sı, Munro Leaf'in Ferdinand'ı ve Roland Topor'un Alice Harfler Diyarında'sı. Hafızamın bir yerine çöreklenmiş olan şeyler, toprağın kendini ele veren kokusu gibi nasıl da yüzeyde hayat buluyor. Hayatın yüzeyinde canlanıyor. Ķöşede, siyah beyaz kedi mama yerken ve ben onun yanında öylece çömelmiş dururken, elimde tuttuğum mama paketinin plastiğini algılıyorum. Çok saçma. Nereden çıktı bu paket? Çok tuhaf. Yağmur, ağaçlar, toprak, canlı ve ölü hayvanlar, insan bedenleri... bunların yanında, bir fabrikadan çıkmış, şu üstünde markası yazan, gülen bir kedi ile resmedilmiş paket... Onun, orada bulunuşu, şu gördüklerimin doğallığını zedeliyormuşcasına belirginleşiyor. Bu algı da ne kadar saçma ya da tuhaf değil, sonuçta ne vereceğim ki kediye? Hepsine evet diyorum. Eve çıkıp paketi geri dönüşüm için ayırdığım kutuya atacağım. Kedi uyuyacak. Karıncalar uyumayacak. Kargalar susacak. Salyangozlar ? Yağmur ? Ben dalacağım ev işlerinin arasında, bunları hatırlayacağım. Sorulara, yanıtlara, fark edilenlere, olasılıklara...  bütün bunları sözcüklerle ifade ediyor oluşuma şaşıracağım. Bir cankurtaran çıkacak içimden, hafifleyip sarılacağım. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder